5/11/2024
Bu yazıları yazarken ChatGPT’den muhteşem öneriler alıyorum. Okumaya fırsat bulamadığım makaleleri Google’ın Notebooklm’i ile özetlenmiş podcastlere çeviriyorum. İstanbul-Ankara arası yolculuklarımda YouTube’dan videolar dinleyerek, belki de okulda öğrendiğimden daha fazlasını öğreniyorum. Teknofeodallerden öğreniyor, yapay zeka ile işimi kolaylaştırıyorum. Ancak, önceki yazımı teknolojinin ve bu şirketlerin “insanın altındaki zemini kaydırdığı” imasıyla bitirdim. Bu yazıda, sergilediğim bu çelişkinin nedenlerine ışık tutmaya çalışacağım. Yeni Büyük Dönüşüm, birey olarak beni mutlu ederken bazı toplumsal kesimler ve ülkeler için neden ekonomik riskler barındırıyor? Nobel ödüllü hocamız Daron Acemoğlu’nun görüşlerine kulak verip mikro iktisadın temellerine inerek anlamaya çalışacağız.
Tekno-İyimserlik: Teknolojinin Refah Getirdiği Varsayımı
Hayatta nedenini sorgulamadığımız pek çok önyargımız var. Daron Acemoğlu’na göre bunlardan biri de “teknolojik gelişmenin otomatik olarak daha müreffeh toplumlar yarattığı” fikri. Bu fikrin arkasında daha fazla teknolojinin daha fazla üretime, artan üretimin işgücü talebine yol açacağı, kâr ve ücretlerin artarak herkese refah getireceği varsayımı bulunuyor. Acemoğlu, buna “tekno-iyimserlik” veya “teknoloji modası” (technology bandwagon) diyor. Tarihsel örnekler üzerinden teknoloji ile toplumsal refah arasındaki bağın kendiliğinden oluşmadığını gösteriyor. Bunu, iktisadın ortalama ve marjinal verimlilik kavramları ile açıklıyor.
Tekonolojinin Verimlilik ve İşgücü Üzerindeki Etkisi
Acemoğlu şöyle diyor: Teknolojik gelişmeler ve otomasyon, her çalışanın ürettiği ortalama miktarı artırabilir; buna bir ülkenin veya ekonominin ortalama verimliliğinin artması diyelim. Ancak, bu durumun herkese yüksek maaş ve refah sağlayacağı anlamına gelmez. Daha anlaşılır olması için 5 işçinin çalıştığı bir atölyede yeni alınan bir makinenin üretimi iki katına çıkardığını düşünelim. Bu, işletmenin ortalama verimliliğini artırır, yani çalışan başına üretim artar.
Peki, bu makine aynı zamanda önceki kadar işçi çalıştırılmasını da gereksiz kılarsa ne olacak? Burada devreye marjinal verimlilik kavramı giriyor. İşveren için asıl önemli olan, her yeni işçinin üretime yaptığı ek katkıdır. İşletme teknolojisini geliştirdiği ve verimlilik artışını makinelerle sağladığı için artık ek işçilerin marjinal verimliliği düşüyor; atölye aynı sürede daha fazla üretiyor ama işçilere olan ihtiyaç azalıyor. Atölye sahibi gelirini artırırken, işçilerin gündemini işsizlik oluşturuyor.
Yeldeğirmenleri, Çırçır Makinesi ve Sanayi Devrim
Acemoğlu’na göre bu yalnızca teorik bir varsayım değil; tarihte de desteklenen bir olgu. Örneğin, Ortaçağ’da yeldeğirmenlerinin kullanımı verimliliği artırırken bundan asıl fayda sağlayanlar toprak sahibi elitler oldu; köylülerin refahı artmadığı gibi, gelirleri muhtemelen düştü. Ya da çırçır makinesinin icadı: Bu buluş, pamuk işleme sürecinde bir devrim yarattı ancak refah artışı sağlamaktan çok köle ticaretini teşvik etti. Sanayi Devrimi’ne gelirsek, makinelerin yaygınlaşması ile tekstil üretiminde büyük artışlar yaşandı; maliyetler düştü, ortalama verimlilik hızla arttı. Ancak bu gelişme, geleneksel yöntemlerle çalışan kitlelerin işsiz kalmasına ve fabrikalarda iş bulanların ise insani olmayan koşullarda çalışmak zorunda kalmasına yol açtı. Acemoğlu’na göre tarihe bakıldığında, teknolojiyi kimin ve nasıl kullandığı, teknolojinin kendisinden daha önemli hale geliyor.
Yeni Büyük Dönüşümde Bölüşüm Krizi
Bu durumun en büyük etkilerinden biri, farklı kesimlerin artan refahtan aldıkları pay; yani bölüşüm. Önceki yazımızda buna dair bazı tespitler yapmıştık. Örneğin, geleneksel firmalarda firma gelirlerinin %70-80’i maaş ve ücretlere giderken bu oran yeni teknoloji firmalarında %1 seviyesinde. Bu, teknoloji şirketlerinin daha düşük maaş ödediği anlamına gelmiyor; iki şeyi açıkça gösteriyor: Yeni teknoloji firmalarının kazançları tarihte eşi benzeri görülmemiş seviyelere ulaştı ve ihtiyaç duydukları üretim girdisinin çok küçük bir kısmını ücretli iş gücü ile sağlıyorlar. İşin büyük bir bölümünü, teknoloji ve ellerindeki cihazlarla bedava veri sağlayan kullanıcılar yapıyor.
Dünyanın en zengin 10 kişisinden 8’i teknoloji sektörü liderleri; Elon Musk, Jeff Bezos, Larry Page ve Mark Zuckerberg gibi starlarımız var bunlardan bazıları ABD’nin seçim ve yönetimlerinde de etkin isimler haline geldiler. Bu kişilerin servetleri, sadece son on yılda katlanarak artarken, dünya nüfusunun büyük bir kısmı gelir pastasındaki payının küçülmesiyle karşı karşıya kaldı. En zengin %1’lik kesim, dünya servetinin %45’ini kontrol ediyor. Buna karşın dünya nüfusunun %50’si, yani yaklaşık 3.9 milyar insan, toplam servetin yalnızca %2’sine sahip. Bu dramatik fark, gelir pastasındaki dengesizliğin arttığını gösteriyor. ABD merkezli 5 büyük teknoloji şirketi -Apple, Microsoft, Alphabet, Amazon ve Meta’nın elde ettiği gelir, birçok ülkenin yıllık gayri safi yurtiçi hasılasını aşarak dünya ekonomisinin neredeyse %6’sına denk geliyor. Örneğin, Amazon CEO’su Andy Jassy’nin yıllık geliri, sıradan bir Amazon çalışanının ortalama yıllık gelirinin yaklaşık 6.500 katına eşit. Bu durum, yalnızca teknoloji sektöründe değil, genel işgücü piyasasında büyük bir eşitsizlik yaratıyor. Böylece, bu “teknofeodaller” dünya genelinde sermaye birikimini kontrol ederken, sosyal ve ekonomik sınıflar arasındaki makas giderek açılıyor.
Ülkeler?
Bireysel düzeyde durum böyleyken, ülkeler bakımından da eşitsizlik artmaya devam ediyor. Gelir dağılımında artan dengesizlik gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler için kalıcı bir sorun gibi görünüyor. Ancak Yeni Büyük Dönüşüm çağında, özellikle gelişmekte olan ülkeleri daha bulutlu günler bekliyor. Dijital dönüşüm, iktisadi büyüme ve kalkınma konusunda geleneksel söylemleri sarsacağa benziyor. Eğer ekonominiz düşük maliyetli imalata ve ihracata dayalıysa, yeni düzende bol şans! Zira teknoloji ve otomasyon bu üretim modelini çok daha düşük maliyetlerle ikame edebilir. Bu etki, yalnızca imalatla sınırlı kalmayıp, müşteri hizmetleri ve veri girişi gibi hizmet sektörlerini de doğrudan etkileyecek.