Yapay zekâ alanındaki gelişmeler artık yalnızca teknoloji sayfalarının konusu değil, ekonominin kalbinde yaşanıyor. OpenAI’ın birkaç yıl içinde bir sohbet aracından küresel bir bilgi altyapısına dönüşmesi, son olarak arama motoru alanında Google’a rakip hale gelmesi, bu dönüşümün ölçeğini gözler önüne seriyor. Fakat değişim yalnızca yapay zekâ ile sınırlı değil.
Birbirine bağlı teknolojiler —kuantum bilişim, robotik, biyoteknoloji, nanoteknoloji ve enerji üretimindeki sıçramalar— birbirini besleyen bir ağ oluşturuyor. Bu ağ, ekonominin “doğal” işleyişine dair yüzyıllardır geçerli saydığımız varsayımları birer birer geçersiz kılıyor.
Bu köşede bugüne kadar genellikle rekabet hukuku alanındaki güncel örnekler üzerinde durduk. Şimdi yönümüzü biraz geleceğe çevirelim; çünkü bu büyük teknolojik dalga yalnızca rekabet hukukunun sınırlarını değil, ekonomiyi anlamlandırma biçimimizi de kökten değiştirmek üzere.
Piyasa Artık Keşfetmiyor, Tahmin Ediyor
Klasik ekonomi, piyasayı bir “keşif mekanizması” olarak görür: Tüketicinin ne istediğini, üreticinin ne kadar verimli olduğunu fiyat sinyalleri yoluyla öğreniriz. Hayek’in “fiyat teorisi” klasik ekonominin temel unsurlarından biridir. Fakat yapay zekâ bu süreci tersine çevirdi. Artık şirketler neyin talep göreceğini beklemek yerine önceden tahmin ediyor, hatta kimi zaman talebi kendileri şekillendiriyor.
Amazon’un, sipariş verilmeden önce ürünü yola çıkaran tahminsel lojistik sistemi veya Disney’in, izleyicinin yüz kaslarını analiz ederek filmin hangi sahnesinde sıkıldığını ölçen algoritmaları…Bunlar, piyasanın “keşif” işlevini devralan örnekler. Artık insan davranışı dışsal bir veri değil, sistemin içsel bir çıktısı.
Bu gelişme ekonominin birinci temel direğini —bilginin piyasada serbestçe dolaştığı varsayımını— yıkıyor. Çünkü bilgi artık fiyatlardan değil, sensörlerden, algoritmalardan, yüz ifadelerinden toplanıyor. Fiyat sinyali, anlamını büyük ölçüde yitiriyor.
Davranıştan Koda: Yeni Güdü Mekanizması
Diğer düzenleme alanları gibi rekabet hukuku da, bugüne kadar firmaların “davranışlarını” izleyerek düzen kurdu. Bir teşebbüsün piyasadaki niyetini, fiyatlama veya anlaşma biçiminden çıkarırdı. Ancak yapay zekâ çağında davranış değil, kod belirleyici hale geliyor. Bir algoritmanın amacı açıkça tanımlı: “Kârı maksimize et”, “maliyeti minimize et”, “verimi artır.” Niyet, artık yazılımın satırlarında saklı.
Bu durumda hukukun sorusu değişiyor: “Ne yaptı?” değil, “Ne için programlandı?” sorusu önem kazanıyor. Yani hukukunun odağı, dışarıdaki davranıştan içerideki hedef fonksiyonuna kayıyor. Yine de bu fonksiyonların nasıl sonuçlar ürettiğini çoğu zaman ne mühendisler ne de düzenleyiciler tam olarak öngörebiliyor. Böylece hukukun üzerine kurulu olduğu ikinci direk —güdülerle yönlendirilen insan davranışı— de yerinden oynuyor.
Büyüklük, Kaçınılmazlık ve Denetim Krizi
Bu teknolojik dalganın en çarpıcı sonucu, ölçek ekonomisinin neredeyse fiziksel bir zorunluluk haline gelmesi. Yapay zekâ, robotik üretim ve ekonomik değerin “atomlardan bite” kayışı bu etkiyi adeta turboşarj ediyor. Ortaya çıkan tablo, “kaçınılmaz ve belki de durdurulamaz bir biçimde tekelci mega-şirketlere yönelen” bir ekonomi.
Yapay zekâ ve otomasyon sistemlerinin sabit maliyetleri devasa, ancak ek bir müşteri ya da ürün için marjinal maliyetleri sıfıra yakın. Bu yapı, “dev firmalar”ı sadece avantajlı değil, zorunlu hale getiriyor.
Üstelik bu devler o kadar verimli çalışıyor ki, onları bölmek siyasi açıdan da savunulamaz hale geliyor. Kamuoyu, “daha küçük ama daha pahalı” seçeneklerdense, “tek ama süper verimli” bir sistemi tercih ediyor. Böylece rekabeti koruma görevi olan kamu otoritesi, toplumsal fayda beklentisiyle verimlilik tekeline teslim oluyor.
Bu noktada artık düzenlemenin konusu da değişiyor: fiyatlar değil, algoritmalar denetlenecek. Yeni düzenleyici mantık, “rekabetin sonuçlarını” değil, “sonuçları üreten kodun amacını” tanımlamaya yöneliyor. Kimi düşünürler, geleceğin regülasyon modelini şöyle özetliyor: Devlet, algoritmaya şu hedefi yazacak “Toplumsal refahı maksimize et; kazancın şu oranı tüketiciye, şu oranı çalışana, şu oranı sermayeye gitsin.” Yani rekabetin sağlamakla yükümlü olduğu denge, doğrudan yazılıma kodlanacak.
Rekabetin Ötesi: Akıl Çağının Eşiğinde
Ekonominin bu yeni evresinde sorun yalnızca piyasanın tekelleşmesi değil, denetimin insandan uzaklaşması. Zira bu sistemleri anlayacak, izleyecek ve gerektiğinde durdurabilecek olan da yine yapay zekâ olacak. Bu, hukukun öznesi olan insanın otoritesini sorgulatan yeni bir dönemin habercisi.
Ve tam bu noktada, belki de bu çağın en sarsıcı cümlesi karşımıza çıkıyor: Teknoloji izin istemiyor; beklemiyor, durmuyor. Toplum, hukuk ve politika hâlâ tartışırken, kod çoktan yazılmış oluyor.
Önümüzdeki yıllarda rekabet hukukunu da dahil tüm alanları korumaktan çok, onu yeniden tasarlamamız gerekecek.
Çünkü karşımıza çıkacak olan şey, fiyatın adaleti değil; algoritmanın adaleti olacak.