Rekabet kurumlarının işgücü piyasalarındaki etkisi üzerine önceki yazılarımızda
odaklandığımız temel mesele şuydu: Artan piyasa yoğunlaşması işverenlerin alıcı gücünü
artırıyor, bu da ücretlerin bölüşümden aldığı payı azaltıyor. Bu dengesizliğe karşı rekabet
otoriteleri, ücret sabitleme ya da çalışan ayartmama anlaşmalarını “kartel” sayarak müdahale
ediyor. Ancak şimdi daha zorlu bir soruya yöneliyoruz: Acaba bu haklı müdahaleler, bazı
istenmeyen sonuçlara da yol açıyor olabilir mi?
Kısa Vadede Kazanç, Uzun Vadede Güvencesiz Çalışma Riski
Bu sorunun yanıtı için kısa ve uzun dönem etkileri ayırmakta fayda var. Bu alanda yapılan
akademik çalışmalarda vurgulanan temel noktalardan biri şu: Rekabet gücünü kötüye kullanan
işverenlere karşı yapılan müdahaleler, kısa vadede çalışanların ücretlerini artırabilir. Ne var ki
uzun vadede bu müdahaleler, dolaylı biçimde işverenleri daha esnek ama güvencesiz istihdam
biçimlerine yönlendirebilir.
Alternatif İstihdam Biçimlerinin Yükselişi
Amerika Birleşik Devletleri’nde 2005-2015 arasında yapılan kapsamlı bir araştırma (Katz &
Krueger) bu dinamiği gözler önüne seriyor. Geçici, çağrılı, sözleşmeli ya da bağımsız
çalışanların oranı bir on yılda %10,7’den %15,8’e yükseldi. Üstelik bu değişim, ABD’deki
toplam istihdam artışının neredeyse %94’ünü bu alternatif çalışma biçimlerinin oluşturduğunu
gösteriyor. Benzer biçimde Almanya örneğinde de (Goldschmidt & Schmieder),
taşeronlaştırılan işlerin ücretlerinin %10-15 oranında düştüğü; bu tercihin firmalar açısından bir
tür “rant paylaşımından kaçınma” stratejisi olduğu vurgulanıyor.
Reel Ücretler Neden Yerinde Sayıyor?
Bu eğilimler, bize işgücü piyasasında rekabet hukuku müdahalelerinin yalnızca doğrudan
etkileriyle değil, ikincil etkileriyle de ilgilenmemiz gerektiğini söylüyor. Özellikle Batılı
ekonomilerde gözlemlenen bir çelişki dikkat çekici: İşsizlik artarken, reel ücretler neden
yükselmiyor? Cevaplardan biri, klasik istihdam biçimlerinin yerini alan bu parçalanmış yapıda
gizli.
Türkiye’de Rekabet, Kur Politikaları ve Ücret Baskısı
Türkiye’ye dönersek, sahadaki gözlemlerle bu teorik bulgular arasında örtüşen önemli noktalar
var. Rekabet Kurumu’nun son yıllarda açtığı işgücü soruşturmalarına muhatap olan firmalar,
genellikle şu şikayetleri dile getiriyor: Devletin bu alandaki politikaları karmaşık sinyaller
veriyor. Döviz kuru baskısı ve artan yurt içi maliyetler nedeniyle yurtdışıyla rekabet gücü zaten
zayıflamışken, içerde bir de ücret artışı baskısı doğuyor. TÜSİAD’ın Rekabet Gücü Endeksi’ne
göre 2025’in ilk çeyreğinde işgücü maliyetindeki artış, endeksteki düşüşe 3,2 puan katkı
sağlamış durumda.
Taşeronlaşma ve Yabancı İşgücü Yükselişi
Bu baskı altında kalan işletmeler ise maliyetlerini azaltmak için farklı yollar arıyor. Türkiye’de
yaklaşık 1 milyon taşeron çalışanın %60’ı özel sektörde istihdam ediliyor. Ayrıca 2023 yılında
yabancılara verilen çalışma izinleri %12,8 oranında artarak 239.835’e ulaştı. Bu tablo, uzunvadede özellikle düşük vasıflı yerli işgücü için daha kırılgan bir istihdam ortamı anlamına
geliyor.
Eşitsizlik Derinleşiyor: Kim Korunuyor, Kim Değil?
Burada altı çizilmesi gereken önemli bir eşitsizlik boyutu da var: Rekabet Kurumu’nun
müdahaleleri çoğunlukla düşük ücretli ve kolay ikame edilebilen işlerde etkili olurken,
teknoloji sektöründeki yüksek ücretli çalışanlar için küresel rekabet hâlâ ücret artışı taleplerini
destekleyebiliyor. Başka bir deyişle, müdahalelerin doğrudan olumlu etkileri çoğunlukla
korumasız çalışanlar için kısa vadeli kalırken, dolaylı olumsuz etkileri yine aynı kesimleri uzun
vadede etkilemeye devam ediyor.
Sonuç: Müdahale Gerekli Ama Yalnız Başına Değil
Tüm bu gelişmeler bize şunu göstermiyor: Rekabet Kurumu’nun işgücü piyasasındaki
müdahaleleri gereksizdir. Aksine, yoğunlaşmanın ve alıcı gücünün arttığı bir piyasada
işverenler arasında yapılan gizli anlaşmaların tolere edilmesi düşünülemez. Ancak bu
müdahalelerin etkili olabilmesi, makroekonomik politikalarla uyum içinde tasarlanmasına
bağlı. Sanayi politikaları, ücret politikaları ve rekabet hukuku birlikte düşünülmeden yapılan
müdahaleler, kısa vadeli rahatlama sağlasa da uzun vadede farklı kırılmalar yaratabilir. Rekabet
yalnızca piyasa içi değil, aynı zamanda politika yapımında da uyum içinde yürütülmesi gereken
bir çabadır.